Bilgi güç, cehalet ise mutlulukmuş...
ne mutluyum ne de güçlü... çünkü mutlu olacak saflıkları çoktan geçtim, ama bilebilecek kadar direnci de bulamadım henüz kendimde. ya
unutmalı, ya da bir an önce öğrenmeliyim galiba...bunun kararsızlığında
asılı duruyorum bir yerde. bunun kararı bana düşer mi onu bile bilmeden..
hangisini daha çok istiyorum? veya hangisinden daha çok korkuyorum
düşünmeden..
Mutluluk diyorum, aklıma dücane cündioğlu geliyor.
insanlar mutlu olmak için yaşarlar diye başlayan çok etkileyici ve
itiraz edemeyeceğim konuşması geliyor aklıma. neden cehaleti ister ki
insan diye düşünür ilk bakan.. ben de öyle düşünüyordum nitekim. ama
insanları tanımak gerçekten acı verici olabiliyor. burda dramatik bir
müzik eşliğinde hüzünlü bir yaşanmışlık anlatmayacağım, çünkü yok öyle
bir şey:) insan tanımanın verdiği hüznü başka hiç bir şey veremez
sanırım bana. çünkü ben insan odaklı yaşayan birisiyim. benim hobim
insan. ilgi alanım insan. eğlence anlayışım insan.. benim için kitap,
insanı anlatan şey. dünyada insan kadar güzel ve keyifli bir şey yok ki?
şu son sene nerdeyse bir nerd olmuş birisi olarak bilgisayarı,
interneti, sanal alemi de insanı tanımak, insan hakkında okumak
yaşanmışlıkları görmek için kullanıyorum nerdeyse. kısacası insanlar o
kadar özel yerler buluyor ki içimde. sanki efes gibi, kıymetli, eski,
değerli, gerçek... sözler onlar söylediği için güzel oluyor. içimdeki
özlü sözler, söyleyen kişiden bağımsız özlü kategorisine konmadı.
dünyamın yıkılmasını istemiyorum sanırım. aslında o kadar da salak
değilim sanırım. bilmek istemiyorum ki... yalan söylediklerini bilmek
istemiyorum. anlattıkları gibi olmadıklarını bilmek istemiyorum. tüm iki
yüzlülüğümle iki yüzlü olduklarına inanmak istemiyorum ki... az önce
... aklımdan yetmiş cümle kurdum bile ama yeniden hatırlamaya ve
özetlemeye çalışayım. insanların saygısını kazanmış birinin tevazuya
dair olan bir sözünü okjudum az önce. paylaşmışlar. güzel söylemiş,
kelimeleri güzel kullanmış, okuyan gerçekten tevazunun naifliğini,
pahasını görebilir. özenmiş paylaşmış. biz de öyle olabilsek demiş sanki
içinden. gösterişsizlikten bahsetmiş bu şahsı lüks ve markalarıyla
tanıdığım için üzülüyorum şu anda. ne anlamı kaldı ki o zaman diyorum
içimden.. tevazuyu biz senden öğrenmişken. senle güzelleşmişken bunlar.
senin o havada burnun, o egona katmak için söylediğin cümlenin ne anlamı
kaldı.. bir anda tüm insanlığa olan güvenimi sorgulamam elbette ki çok
saçma. ama engel olamıyorum ki... işte o zaman diyorum ki ben cahil ve
mutlu olayım. o kişiyi zihnimde yine bir derviş gibi canlandırayım. o
güzel sözleri söyleyen herkesi, o cümledeki berraklıkla hayal edeyim.
ondan taşıp bana gelen hali buysa, içi nasıl güzeldir diye düşüneyim.
onlar gibi olabilmeyi dileyeyim. kendimden utanayım. öyle insanlar
olduğu için huzur bulayım..... iç sesim başladı bile müstehak işte sana
bu, huzuru insanda aramak da ne demekiş. o kavramlar güzel, Allah
sevdiği için güzel, yapın dediği için güzel, güzel yarattığı için güzel
diye.. ama işte o konuda da güçsüzüm. diğer konularda olduğumdan çok
daha güçsüzüm... zaten bu konuda bilerek güçlü olamam ki. bu konuda Onu
bildiğim için, gücünü bilirim, ona güvenirim sığınırım..
Çok kafamdaki
şeyler yazamadım, daha doğrusu kafamdaki şeyler on kez yer yön
değiştirdi ama sonuç tahmin ettiğim gibi oldu sanırım. metaforlar
saçmalamaya başladı bence. şiirler gibi metaforları da sevmemeye yanlış
olduğunu düşünmeye başlıycam. tanım uysun diye, şirin gözüksün diye, bir
sonraki kelime bir öncekinin yanında afilli duruyor diye kurulmuş,
tamamen gösteriş için olan fonksiyonel olmayan cümlecikler.. gerçek saf
ve yalın olmalı. katıksız, berrak. kıvrımları, melodileri olmamalı.. bu
onu bir yere eşitlemek, en yakın olduğu notaya benzetmek gibi bir şey..
virgülden sonrasını tamamlamak gibi.. sanırım benim gerçeğim cebirle
değil limitle anlatılıyor. tam bir noktayı, güzel bir noktayı işaret
edemez. ona ne kadar yaklaşırsam, ne kadar zoomlu bakarsam aslında onun
gerçek olmadığını görebilirim. yakınlarında bir yerde. özgür gerçek
duruyor.. onu tırnak içine alarak yazamazsın. veya eşittir diyip sayını
belirtip yanına artistik çizgini çekemezsin. çünkü gerçeklik zamana
mekana duruma kişiye göre değişebilen esneyebilen kayabilen oralarda bir
yerlerde duran bir şey.. ona yaklaştıkça durumun değiştiği için o da
değişebilir. schrödngerin kedisi gibi olabilir bu. sen o kutuda olduğunu
bilirsin. o sorunun cevabı bir otostopçunun galaksi rehberindeki gibi
43 değildir. gerçek bazen pi sayısıdır, bazen devrik bir cümle.. ameller
niyetlere göredir diyip şizofrenliğin sınırına ulaşmadan susuyor ve ana
konuya dönüyorum.
Bilgi güçtür çocukluğumdan beri istediğim şey
olabilir. yani güçlü olmak, bilmek. bilebilmek.. ama bilgi soğuk. ben
insanlığın sıcaklığından uzakken bilmek istemiyorum. bu benim duygusal
hezeyanlarımdan mı acaba. mantıklı mı? veya mantıklı olanı mı yapmak
gerek?...
27 Nisan 2012 Cuma
10 Nisan 2012 Salı
olasılık problemi
Amerikada en büyük piyangoyu kazanabilme olasılığı 120.000.000 da 1 dir. powerballun ilk oynanmaya başladığı 1997 yılından beri elliden fazla insan bu olasılığı alt üst ederek büyük ikramiyeyi kazanmıştır. onlar bu gezegendeki en zengin, şanslı insanlar arasındadır. onlardan nefret ederim ama şimdi konumuz bu değil. dünyaya dev bir göktaşı çarpacak ve dünya yok olacak. jeofizikjilere göre bunun olma olaslığı milyonda bir. insanoğlunun atalarını da hesaba katarsak, yedimliyon yılı aşkın bir süredir bu gezegende hayatımızı sürdürdüğümüze göre, bir göktaşının bugüne kadar bizi yok etmiş olma olaslığı yüzde yediyüz yani anlayacağınız bir kere de yedi kere ölmüş olmalıydık şimdiye... (olasılıksız kitabından)
Kıssadan hisse şu; her an her şey olabilir:)
Sınavlarda başarısız olma korkusu yaşıyoruz. iyi geçen sınavlarımız da oluyor kötü geçenler de, ve hayatı mavi ve kırmızı toplarla dolu kutulardan top çekmek zannettiğimiz için çoğu mavi de olsa ya kırmızı olanı seçersek diyoruz görünenin ötesindeki gerçeklere açamadığımız beyinlerimizle... hayatın mat1 konularından daha karmaşık sistemlere sahip olduğunu, aslında o karmaşının ardında mükemmel dingin bir düzen olduğunu idrak edemiyoruz çünkü. ama ya... diye başlayıp korkmaklardan vazgeçemiyoruz. o zaman kendime şunu söylemek istiyorum; korkma, tesadüfen yaşamıyorsun, her şeyi bir takdir eden var. kaderini belirlemek gibi insan olmana ağır gelecek misyonlar yüklenip sonuçlarından dolayı mesuliyet hissetmene gerek yok. hayat o kadar da zor değil, bu senin görevlerin arasında değil. kendini hırpalama ve seni hırpalamalarına izin verme:) senin işin istediğin konu ne olursa olsun o konuda biraz çalışmak ve sonra istemek.
Sınavlarda başarısız olma korkusu yaşıyoruz. iyi geçen sınavlarımız da oluyor kötü geçenler de, ve hayatı mavi ve kırmızı toplarla dolu kutulardan top çekmek zannettiğimiz için çoğu mavi de olsa ya kırmızı olanı seçersek diyoruz görünenin ötesindeki gerçeklere açamadığımız beyinlerimizle... hayatın mat1 konularından daha karmaşık sistemlere sahip olduğunu, aslında o karmaşının ardında mükemmel dingin bir düzen olduğunu idrak edemiyoruz çünkü. ama ya... diye başlayıp korkmaklardan vazgeçemiyoruz. o zaman kendime şunu söylemek istiyorum; korkma, tesadüfen yaşamıyorsun, her şeyi bir takdir eden var. kaderini belirlemek gibi insan olmana ağır gelecek misyonlar yüklenip sonuçlarından dolayı mesuliyet hissetmene gerek yok. hayat o kadar da zor değil, bu senin görevlerin arasında değil. kendini hırpalama ve seni hırpalamalarına izin verme:) senin işin istediğin konu ne olursa olsun o konuda biraz çalışmak ve sonra istemek.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)