27 Nisan 2012 Cuma

hezeyanlarımdan..

Bilgi güç, cehalet ise mutlulukmuş...
ne mutluyum ne de güçlü...  çünkü mutlu olacak saflıkları çoktan geçtim, ama bilebilecek kadar direnci de bulamadım henüz kendimde. ya unutmalı, ya da bir an önce öğrenmeliyim galiba...bunun kararsızlığında asılı duruyorum bir yerde. bunun kararı bana düşer mi onu bile bilmeden.. hangisini daha çok istiyorum? veya hangisinden daha çok korkuyorum düşünmeden..

Mutluluk diyorum, aklıma dücane cündioğlu geliyor. insanlar mutlu olmak için yaşarlar diye başlayan çok etkileyici ve itiraz edemeyeceğim konuşması geliyor aklıma. neden cehaleti ister ki insan diye düşünür ilk bakan.. ben de öyle düşünüyordum nitekim. ama insanları tanımak gerçekten acı verici olabiliyor. burda dramatik bir müzik eşliğinde hüzünlü bir yaşanmışlık anlatmayacağım, çünkü yok öyle bir şey:) insan tanımanın verdiği hüznü başka hiç bir şey veremez sanırım bana. çünkü ben insan odaklı yaşayan birisiyim. benim hobim insan. ilgi alanım insan. eğlence anlayışım insan.. benim için kitap, insanı anlatan şey. dünyada insan kadar güzel ve keyifli bir şey yok ki? şu son sene nerdeyse bir nerd olmuş birisi olarak bilgisayarı, interneti, sanal alemi de insanı tanımak, insan hakkında okumak yaşanmışlıkları görmek için kullanıyorum nerdeyse. kısacası insanlar o kadar özel yerler buluyor ki içimde. sanki efes gibi, kıymetli, eski, değerli, gerçek... sözler onlar söylediği için güzel oluyor. içimdeki özlü sözler, söyleyen kişiden bağımsız özlü kategorisine konmadı. dünyamın yıkılmasını istemiyorum sanırım. aslında o kadar da salak değilim sanırım. bilmek istemiyorum ki... yalan söylediklerini bilmek istemiyorum. anlattıkları gibi olmadıklarını bilmek istemiyorum. tüm iki yüzlülüğümle iki yüzlü olduklarına inanmak istemiyorum ki... az önce ... aklımdan yetmiş cümle kurdum bile ama yeniden hatırlamaya ve özetlemeye çalışayım. insanların saygısını kazanmış birinin tevazuya dair olan bir sözünü okjudum az önce. paylaşmışlar. güzel söylemiş, kelimeleri güzel kullanmış, okuyan gerçekten tevazunun naifliğini, pahasını görebilir. özenmiş paylaşmış. biz de öyle olabilsek demiş sanki içinden. gösterişsizlikten bahsetmiş bu şahsı lüks ve markalarıyla tanıdığım için üzülüyorum şu anda. ne anlamı kaldı ki o zaman diyorum içimden.. tevazuyu biz senden öğrenmişken. senle güzelleşmişken bunlar. senin o havada burnun, o egona katmak için söylediğin cümlenin ne anlamı kaldı.. bir anda tüm insanlığa olan güvenimi sorgulamam elbette ki çok saçma. ama engel olamıyorum ki... işte o zaman diyorum ki ben cahil ve mutlu olayım. o kişiyi zihnimde yine bir derviş gibi canlandırayım. o güzel sözleri söyleyen herkesi, o cümledeki berraklıkla hayal edeyim. ondan taşıp bana gelen hali buysa, içi nasıl güzeldir diye düşüneyim. onlar gibi olabilmeyi dileyeyim. kendimden utanayım. öyle insanlar olduğu için huzur bulayım..... iç sesim başladı bile müstehak işte sana bu, huzuru insanda aramak da ne demekiş. o kavramlar güzel, Allah sevdiği için güzel, yapın dediği için güzel, güzel yarattığı için güzel diye.. ama işte o konuda da güçsüzüm. diğer konularda olduğumdan çok daha güçsüzüm... zaten bu konuda bilerek güçlü olamam ki. bu konuda Onu bildiğim için, gücünü bilirim, ona güvenirim sığınırım..

Çok kafamdaki şeyler yazamadım, daha doğrusu kafamdaki şeyler on kez yer yön değiştirdi ama sonuç tahmin ettiğim gibi oldu sanırım. metaforlar saçmalamaya başladı bence. şiirler gibi metaforları da sevmemeye yanlış olduğunu düşünmeye başlıycam. tanım uysun diye, şirin gözüksün diye, bir sonraki kelime bir öncekinin yanında afilli duruyor diye kurulmuş, tamamen gösteriş için olan fonksiyonel olmayan cümlecikler.. gerçek saf ve yalın olmalı. katıksız, berrak. kıvrımları, melodileri olmamalı.. bu onu bir yere eşitlemek, en yakın olduğu notaya benzetmek gibi bir şey.. virgülden sonrasını tamamlamak gibi.. sanırım benim gerçeğim cebirle değil limitle anlatılıyor. tam bir noktayı, güzel bir noktayı işaret edemez. ona ne kadar yaklaşırsam, ne kadar zoomlu bakarsam aslında onun gerçek olmadığını görebilirim. yakınlarında bir yerde. özgür gerçek duruyor.. onu tırnak içine alarak yazamazsın. veya eşittir diyip sayını belirtip yanına artistik çizgini çekemezsin. çünkü gerçeklik zamana mekana duruma kişiye göre değişebilen esneyebilen kayabilen oralarda bir yerlerde duran bir şey.. ona yaklaştıkça durumun değiştiği için o da değişebilir. schrödngerin kedisi gibi olabilir bu. sen o kutuda olduğunu bilirsin. o sorunun cevabı bir otostopçunun galaksi rehberindeki gibi 43 değildir. gerçek bazen pi sayısıdır, bazen devrik bir cümle.. ameller niyetlere göredir diyip şizofrenliğin sınırına ulaşmadan susuyor ve ana konuya dönüyorum.

Bilgi güçtür çocukluğumdan beri istediğim şey olabilir. yani güçlü olmak, bilmek. bilebilmek.. ama bilgi soğuk. ben insanlığın sıcaklığından uzakken bilmek istemiyorum. bu benim duygusal hezeyanlarımdan mı acaba. mantıklı mı? veya mantıklı olanı mı yapmak gerek?...

10 Nisan 2012 Salı

olasılık problemi


Amerikada en büyük piyangoyu kazanabilme olasılığı 120.000.000 da 1 dir. powerballun ilk oynanmaya başladığı 1997 yılından beri elliden fazla insan bu olasılığı alt üst ederek büyük ikramiyeyi kazanmıştır. onlar bu gezegendeki en zengin,  şanslı insanlar arasındadır. onlardan nefret ederim ama şimdi konumuz bu değil. dünyaya dev bir göktaşı çarpacak ve dünya yok olacak. jeofizikjilere göre bunun olma olaslığı milyonda bir. insanoğlunun atalarını da hesaba katarsak, yedimliyon yılı aşkın bir süredir bu gezegende hayatımızı sürdürdüğümüze göre, bir göktaşının bugüne kadar bizi yok etmiş olma olaslığı yüzde yediyüz yani anlayacağınız bir kere de yedi kere ölmüş olmalıydık şimdiye... (olasılıksız kitabından)

          Kıssadan hisse şu; her an her şey olabilir:) 


Sınavlarda başarısız olma korkusu yaşıyoruz. iyi geçen sınavlarımız da oluyor kötü geçenler de, ve hayatı mavi ve kırmızı toplarla dolu kutulardan top çekmek zannettiğimiz için çoğu mavi de olsa ya kırmızı olanı seçersek diyoruz görünenin ötesindeki gerçeklere açamadığımız beyinlerimizle... hayatın mat1 konularından daha karmaşık sistemlere sahip olduğunu, aslında o karmaşının ardında mükemmel dingin bir düzen olduğunu idrak edemiyoruz çünkü. ama ya... diye başlayıp korkmaklardan vazgeçemiyoruz. o zaman kendime şunu söylemek istiyorum; korkma, tesadüfen yaşamıyorsun, her şeyi bir takdir eden var. kaderini belirlemek gibi insan olmana ağır gelecek misyonlar yüklenip sonuçlarından dolayı mesuliyet hissetmene gerek yok. hayat o kadar da zor değil, bu senin görevlerin arasında değil. kendini hırpalama ve seni hırpalamalarına izin verme:) senin işin istediğin konu ne olursa olsun o konuda biraz çalışmak ve sonra istemek. 

21 Mart 2012 Çarşamba

mutluluk

sadakatin bir türü var ki insanı mutsuz ediyor. sanki mutlu olmayı değil de, sadece istediğimiz kişi tarafından mutlu edilmeyi istiyoruz... mutluluk tabularımız var bizim, belli kişiler ve konular dışında yaklaşan mutluluklardan kaçıyoruz. içimizde bir arabesk tını, hayatın bizim için acımasız olduğunu görmek ve göstermek, sempati toplamak istiyoruz..

house md. nin bir bölümünde kısaca anlatacak olursam; bir adam büyük piyangoyu kazanmış, maddi sıkıntıları olan, yalnız ve mutsuz bir adam. ve parayı kazandıktan sonra da çocukluk aşkını, mutluluğu aramaya başlamış. o süreçte rahatsızlanıp hastaneye geliyor. bu arada sahte çocukluk aşkları, yalanlar dolanlar... dizide tedavisi bulunmamış bir hastalığı olan doktor bu duruma karşı tepkili, adamın arayışının onu mutsuz edeceğini söylüyor sürekli, kadının dolandırıcı çıkmasına şaşırmıyor zaten de, ona göre kadın gerçekten çocukluk aşkı çıksa da adam mutlu olmayacak. çünkü ona göre insanın mutlu olma kapasitesi çevresiyle bağlantılı değil, genetiğine kodlanmış durumda, çevresinde olup bitenlerden şikayet etmesi sadece bahaneler. adam çcoukluk aşkını bulduğunda bir anda sihirli değnek değmişcesine değişmeyecek hayatı, veya kendisinin bir hastalığının olup olmaması çok fazla değiştirmeyecek mutluluğunu. çünkü mutlu olma potansiyelimiz bizimle alakalı bir konu, çevremizde olan bitenlere bağlamak bize sadece zaman geçirtiyor. veya kaybettiriyor...

bu bölüm beni çok etkiledi, etrafımdakilere de anlatıyorum, hııı evet diyip gidiyolar sadece:) hakikaten bir süredir düşünüyorum, mutluluk nerde?... cem yılmazın meditasyon taklidi gibi içimizde içimizde demek istemezdim ama ön yargılarımızdan ve kaygılarımızdan biraz uzaklaşıp baktığımızda öyle görünmüyor mu? şimdiki zamana baktığımızda bir çok kişi mutsuz ama şöyle bir geriye baktığımızda, gecekonduda yaşayan, bir çatı ustasının senden daha mutlu olmasını hazmedebiliyor musun? mutlu adam mutlu! daha ötesi var mı? ister fabrikan olsun, ister çok yakışıklı kocan olsun:) ister içinde hizmetçileri olan evin olsun, istersen adını verdiğin formüller olsun. adam senden daha mutlu.. sırıtıyo uyurken. hasetinizden çatlayabilirsiniz:) şaka bir yana konuşmak istediğim konu da bu değil aslında tam olarak.

düşünüyorum da, nazım kime benim? bir yere konsere gitmiş de sunulan şartları beğenmeyen assolist havalarımızı kime yaptığımızı sanıyoruz? hayatın bize sunduklarını beğenmeyerek, kimi üzüyoruz? veya elindekiyle mutlu olursan, daha elde etmediğin hakkın olanı başkasına kaptıracağını mı düşünüyoruz? konuşmalarımda aşkı tamamen istisna tutuyorum. ben sadece mutluluktan bahsediyorum. mutluluğu başkasında bulma konusunda da ilişkileri istisna tutuyorum tabii ki:) ama şöyle diyebilirim, erkek arkadaşın seninle istediğin şekilde ilgilenmiyor olabilir. hatırlamasını istediğin detayları kaçırıyor, aramasını istediğin zamanlarda aramıyor olabilir. bu durumda ne yapıyoruz, tabii ki eve kapanıp mutsuz oluyoruz. çünkü dünyada zibilyon tane güzel şey yok. iyi ve güzel olan sadece onun eliyle gelmeli sana.. çünkü o zaman bu ilişki manalı olur değil mi:) çünkü kafamızda kurguladığımız masalda, çocukken dinlediklerimizde, şimdi romantik komedilerde izlediklerimizde, aksi olsa da eninde sonunda bu oluyor. ve biz de kendi dünyamızın narin prensesleri olduğumuza göre, şimdilik bekliyoruz mutsuz mutsuz.. işte bahsettiğim şey bu, "O"nun elinden gelen bir çok güzelliği, kafamıza uymadığı için, az bulduğumuz için, yeterince masalsı gelmediği için, beklentilerimize uymadığını düşündüğümüz için görmezden gelip kendimizi mutsuzluğa hapsediyoruz. sonra da aferim bekliyoruz:)

nasıl kullanacağını bilmediğin ama sana çok faydalı bir cihaz olsa evde, onu keşfettiğinde kaybolan yıllarına üzülürsün ya, bu da onun gibi birşey aslında. para kazanmak, sevdiklerinin yanında olması, yetenekli olmak, uzun boylu olmak :p elinde olmayabilir ama mutlu olmak öyle değil ki... mutluluk üzerine düşündüğüm ve düşünmeye devam ettiğim bir konu, amacım, hedefim onu sabitlemek..(çok iddialıyım:)) acı çekerken de mutlu olmak, kaybederken de mutlu olmak, mutsuzken de mutlu olabilmek.  çünkü mutlu olamamak çok kötü bir şey.. gerçekten.. mutlu hissetmiyorken... of düşündükçe içim sıkılıyor. o ruh halleri güzel değil. ve tehikeli, insan tutunabilmek için bir şeylere çok fazla hata yapar.. bunu görse de yapar... neyse bu da yine başlanıp sonra devam edilecek bir konu olsun.. o kadar uzun oldu ki kendimden soğudum biraz daha yazamıycam artık..:) tüm kopuk ve imlasız cümlelerime rağmen okuyan olduysa, teşekkür ederim efem:)

8 Mart 2012 Perşembe

kitaba okunmak...




Okuduğum kitaptaki her kelimeden, her vurgudan, her bir noktalama işaretinden kendime pay çıkarmaya çalışıyorum. o kadar derinlemesine anlamaya çalışıyorum ki yazılanları, sanki içinden bir cümle "senin için, sana göre" kurulmuş demiş biri bana da, ben de, bana söylenen mesajı görmeye, almaya çalışıyorum.  bu ilk ve son şansımmışcasına zorlayarak. daha iyiye daha doğruya doğru... "hayatın sırrı" burdaki cümlelerden birinin içine, satır arasına, imasına saklanmış da, ben orayı kaçırırsam bir daha o doğruyu bulmam çok zor olacakmış gibi.. bir gün çaresiz kaldığımda, nerde hata yaptığım diyip aval aval bakındığımda, oradaki doğruları, şu an kitapta, gazetede, etrafta olan biten şeylerin arasında gözümün önünde duran cevabı kaçırdığım için o gaflete düşecekmişim gibi, panikle her bir harfini içerek, içselleştirerek okuyorum kitabı... üniversteye hazırlanırken test çözerken de bu olurdu, doğru olduğuna emin olduğum cevap ilk şıkta veya ilk şıklardaysa ve benim tereddütüm yoksa da diğer şıkları okuyorum.. çünkü hayatın bize ne zaman ne sunacağını bilemeyiz, ve fark etmeden gelecek olana kapıyı kapatmış olmaktan çok korkuyorum sanırım.. 


Bu yazıyı yazalı epey oldu aslında, defterimin arasında karalanmış buldum.. uzuuun, bir hayli uzun zamandır kitap okumamış biri olarak önce bunu paylaşmak istedim. sonrasında kitabın hayatımdaki yeri:) ve eksikliğindeki dönüşümüm hakkında yazarak sorunlarımla yüzleşmeyi:) ve size bir insanın ne kadar saçmalayabileceğini de göstermek istedim. ayrıca nasıl koptuğumu da irdelemek istiyorum, cevap aslında çok basit görünüyor, tembellik, ama tembellik gibi inanılmaz güçlü bir şeyin insanı en sevdiği şeylerden koparabilmesi gerçekten ilginç. ve son olarak bir de yukarıda bahsettiğim obsesifliğim okuduğum kitapların yazarlarıyla (içimden) kavga etmemin ve zamanla onlardan uzaklaşmamın sebeplerinden biri oldular.

5 Mart 2012 Pazartesi

birkaç mutlu kare:)


 Annemlerin evinin önündeki buğday tarlasından bi kare:) 

Bu odtü nün bahçesinden bir bayan cici:) 

Bunlar da korumalarım:) Koç Oyuncak müzesinden bir fotograf. (anasınıfında oyuncaklarımız arasında kurşun asker gibi küçük minik bir erkek bebek vardı, ben ismini Ali koymuştum o bebeğin. Bu delikanlılar bana onu anımsatıyorlar... )


"Gaza gelip eklediğim birkaç makro fotograf daha:) "





Bluestylela gideceğimiz koç müzesinden de bir kaç foto daha:)




4 Mart 2012 Pazar

gökyüzündeki çatlaklar






çocukken annanemin bahçesinde ağaçların altına yatıp saatlerce gökyüzünü izlemek ilginç bir huzur verirdi bana. bulutların hareketini izlemek ve şekillerini birşeylere benzetmek.. ve ağaçların dalları sanki seni koruyor gibi, üstünü örten bir yorgan gibi, başını okşayan bir el gibi gelir, olduğum yeri açıklıktan çıkarıp bir mekana çevirir. 4 mevsim ağaçların dallarına ve dalların arasındaki gökyüzüne bakmaya bayılırım:) Gülhanede çekmiştim bu fotografı. Altına bu notu düşeyim dedim ama fazlası konusunda kendimi tutamadım:)

1 Mart 2012 Perşembe

zarif bir blogger ve dolu dolu hediye çekilişi:)

Makyaı Bavulum: 150. Kişi ve İlk Blog Çekilişi: Sonunda 150 kişi olduk. İzleyen, yorum yapan herkese çok teşekkür ederim. Hediyelerle değil de yazılar yoluyla belli bir sayıya ulaşmak ist...