21 Mart 2012 Çarşamba

mutluluk

sadakatin bir türü var ki insanı mutsuz ediyor. sanki mutlu olmayı değil de, sadece istediğimiz kişi tarafından mutlu edilmeyi istiyoruz... mutluluk tabularımız var bizim, belli kişiler ve konular dışında yaklaşan mutluluklardan kaçıyoruz. içimizde bir arabesk tını, hayatın bizim için acımasız olduğunu görmek ve göstermek, sempati toplamak istiyoruz..

house md. nin bir bölümünde kısaca anlatacak olursam; bir adam büyük piyangoyu kazanmış, maddi sıkıntıları olan, yalnız ve mutsuz bir adam. ve parayı kazandıktan sonra da çocukluk aşkını, mutluluğu aramaya başlamış. o süreçte rahatsızlanıp hastaneye geliyor. bu arada sahte çocukluk aşkları, yalanlar dolanlar... dizide tedavisi bulunmamış bir hastalığı olan doktor bu duruma karşı tepkili, adamın arayışının onu mutsuz edeceğini söylüyor sürekli, kadının dolandırıcı çıkmasına şaşırmıyor zaten de, ona göre kadın gerçekten çocukluk aşkı çıksa da adam mutlu olmayacak. çünkü ona göre insanın mutlu olma kapasitesi çevresiyle bağlantılı değil, genetiğine kodlanmış durumda, çevresinde olup bitenlerden şikayet etmesi sadece bahaneler. adam çcoukluk aşkını bulduğunda bir anda sihirli değnek değmişcesine değişmeyecek hayatı, veya kendisinin bir hastalığının olup olmaması çok fazla değiştirmeyecek mutluluğunu. çünkü mutlu olma potansiyelimiz bizimle alakalı bir konu, çevremizde olan bitenlere bağlamak bize sadece zaman geçirtiyor. veya kaybettiriyor...

bu bölüm beni çok etkiledi, etrafımdakilere de anlatıyorum, hııı evet diyip gidiyolar sadece:) hakikaten bir süredir düşünüyorum, mutluluk nerde?... cem yılmazın meditasyon taklidi gibi içimizde içimizde demek istemezdim ama ön yargılarımızdan ve kaygılarımızdan biraz uzaklaşıp baktığımızda öyle görünmüyor mu? şimdiki zamana baktığımızda bir çok kişi mutsuz ama şöyle bir geriye baktığımızda, gecekonduda yaşayan, bir çatı ustasının senden daha mutlu olmasını hazmedebiliyor musun? mutlu adam mutlu! daha ötesi var mı? ister fabrikan olsun, ister çok yakışıklı kocan olsun:) ister içinde hizmetçileri olan evin olsun, istersen adını verdiğin formüller olsun. adam senden daha mutlu.. sırıtıyo uyurken. hasetinizden çatlayabilirsiniz:) şaka bir yana konuşmak istediğim konu da bu değil aslında tam olarak.

düşünüyorum da, nazım kime benim? bir yere konsere gitmiş de sunulan şartları beğenmeyen assolist havalarımızı kime yaptığımızı sanıyoruz? hayatın bize sunduklarını beğenmeyerek, kimi üzüyoruz? veya elindekiyle mutlu olursan, daha elde etmediğin hakkın olanı başkasına kaptıracağını mı düşünüyoruz? konuşmalarımda aşkı tamamen istisna tutuyorum. ben sadece mutluluktan bahsediyorum. mutluluğu başkasında bulma konusunda da ilişkileri istisna tutuyorum tabii ki:) ama şöyle diyebilirim, erkek arkadaşın seninle istediğin şekilde ilgilenmiyor olabilir. hatırlamasını istediğin detayları kaçırıyor, aramasını istediğin zamanlarda aramıyor olabilir. bu durumda ne yapıyoruz, tabii ki eve kapanıp mutsuz oluyoruz. çünkü dünyada zibilyon tane güzel şey yok. iyi ve güzel olan sadece onun eliyle gelmeli sana.. çünkü o zaman bu ilişki manalı olur değil mi:) çünkü kafamızda kurguladığımız masalda, çocukken dinlediklerimizde, şimdi romantik komedilerde izlediklerimizde, aksi olsa da eninde sonunda bu oluyor. ve biz de kendi dünyamızın narin prensesleri olduğumuza göre, şimdilik bekliyoruz mutsuz mutsuz.. işte bahsettiğim şey bu, "O"nun elinden gelen bir çok güzelliği, kafamıza uymadığı için, az bulduğumuz için, yeterince masalsı gelmediği için, beklentilerimize uymadığını düşündüğümüz için görmezden gelip kendimizi mutsuzluğa hapsediyoruz. sonra da aferim bekliyoruz:)

nasıl kullanacağını bilmediğin ama sana çok faydalı bir cihaz olsa evde, onu keşfettiğinde kaybolan yıllarına üzülürsün ya, bu da onun gibi birşey aslında. para kazanmak, sevdiklerinin yanında olması, yetenekli olmak, uzun boylu olmak :p elinde olmayabilir ama mutlu olmak öyle değil ki... mutluluk üzerine düşündüğüm ve düşünmeye devam ettiğim bir konu, amacım, hedefim onu sabitlemek..(çok iddialıyım:)) acı çekerken de mutlu olmak, kaybederken de mutlu olmak, mutsuzken de mutlu olabilmek.  çünkü mutlu olamamak çok kötü bir şey.. gerçekten.. mutlu hissetmiyorken... of düşündükçe içim sıkılıyor. o ruh halleri güzel değil. ve tehikeli, insan tutunabilmek için bir şeylere çok fazla hata yapar.. bunu görse de yapar... neyse bu da yine başlanıp sonra devam edilecek bir konu olsun.. o kadar uzun oldu ki kendimden soğudum biraz daha yazamıycam artık..:) tüm kopuk ve imlasız cümlelerime rağmen okuyan olduysa, teşekkür ederim efem:)

8 Mart 2012 Perşembe

kitaba okunmak...




Okuduğum kitaptaki her kelimeden, her vurgudan, her bir noktalama işaretinden kendime pay çıkarmaya çalışıyorum. o kadar derinlemesine anlamaya çalışıyorum ki yazılanları, sanki içinden bir cümle "senin için, sana göre" kurulmuş demiş biri bana da, ben de, bana söylenen mesajı görmeye, almaya çalışıyorum.  bu ilk ve son şansımmışcasına zorlayarak. daha iyiye daha doğruya doğru... "hayatın sırrı" burdaki cümlelerden birinin içine, satır arasına, imasına saklanmış da, ben orayı kaçırırsam bir daha o doğruyu bulmam çok zor olacakmış gibi.. bir gün çaresiz kaldığımda, nerde hata yaptığım diyip aval aval bakındığımda, oradaki doğruları, şu an kitapta, gazetede, etrafta olan biten şeylerin arasında gözümün önünde duran cevabı kaçırdığım için o gaflete düşecekmişim gibi, panikle her bir harfini içerek, içselleştirerek okuyorum kitabı... üniversteye hazırlanırken test çözerken de bu olurdu, doğru olduğuna emin olduğum cevap ilk şıkta veya ilk şıklardaysa ve benim tereddütüm yoksa da diğer şıkları okuyorum.. çünkü hayatın bize ne zaman ne sunacağını bilemeyiz, ve fark etmeden gelecek olana kapıyı kapatmış olmaktan çok korkuyorum sanırım.. 


Bu yazıyı yazalı epey oldu aslında, defterimin arasında karalanmış buldum.. uzuuun, bir hayli uzun zamandır kitap okumamış biri olarak önce bunu paylaşmak istedim. sonrasında kitabın hayatımdaki yeri:) ve eksikliğindeki dönüşümüm hakkında yazarak sorunlarımla yüzleşmeyi:) ve size bir insanın ne kadar saçmalayabileceğini de göstermek istedim. ayrıca nasıl koptuğumu da irdelemek istiyorum, cevap aslında çok basit görünüyor, tembellik, ama tembellik gibi inanılmaz güçlü bir şeyin insanı en sevdiği şeylerden koparabilmesi gerçekten ilginç. ve son olarak bir de yukarıda bahsettiğim obsesifliğim okuduğum kitapların yazarlarıyla (içimden) kavga etmemin ve zamanla onlardan uzaklaşmamın sebeplerinden biri oldular.

5 Mart 2012 Pazartesi

birkaç mutlu kare:)


 Annemlerin evinin önündeki buğday tarlasından bi kare:) 

Bu odtü nün bahçesinden bir bayan cici:) 

Bunlar da korumalarım:) Koç Oyuncak müzesinden bir fotograf. (anasınıfında oyuncaklarımız arasında kurşun asker gibi küçük minik bir erkek bebek vardı, ben ismini Ali koymuştum o bebeğin. Bu delikanlılar bana onu anımsatıyorlar... )


"Gaza gelip eklediğim birkaç makro fotograf daha:) "





Bluestylela gideceğimiz koç müzesinden de bir kaç foto daha:)




4 Mart 2012 Pazar

gökyüzündeki çatlaklar






çocukken annanemin bahçesinde ağaçların altına yatıp saatlerce gökyüzünü izlemek ilginç bir huzur verirdi bana. bulutların hareketini izlemek ve şekillerini birşeylere benzetmek.. ve ağaçların dalları sanki seni koruyor gibi, üstünü örten bir yorgan gibi, başını okşayan bir el gibi gelir, olduğum yeri açıklıktan çıkarıp bir mekana çevirir. 4 mevsim ağaçların dallarına ve dalların arasındaki gökyüzüne bakmaya bayılırım:) Gülhanede çekmiştim bu fotografı. Altına bu notu düşeyim dedim ama fazlası konusunda kendimi tutamadım:)

1 Mart 2012 Perşembe

zarif bir blogger ve dolu dolu hediye çekilişi:)

Makyaı Bavulum: 150. Kişi ve İlk Blog Çekilişi: Sonunda 150 kişi olduk. İzleyen, yorum yapan herkese çok teşekkür ederim. Hediyelerle değil de yazılar yoluyla belli bir sayıya ulaşmak ist...